21 Mart 2008 Cuma

Sudaki Çocuğumuz Akdeniz Foku ( 2)



Sessizliği bozan çığlık. Yavru fok “Ege Vira” var gücüyle annesine seslendi.

“Vaaaak vaaaaaak” diye bir ördeğin sesine benzer.

Anne burnunu suyun 5 cm altında tutarak kocaman bir “pufffffff” sesiyle ona yanıt verdi.Yavru fok ancak kafasını kaldıracak kadar güçlüydü. Ön yüzgeçleriyle çakıla vurdu. Heyecan belirtisiydi bu. Anne hızla yavrunun yanına geldi ve önce onu sevgiyle kokladı. Bu aynı zamanda tüm memeli canlıların yavrularına yaklaştıklarında yaptığı bir davranıştı. Yavru sonsuz bir huzur, mutluluk içinde sadece uzanıyor ve kocaman iri gözleriyle annesini izliyordu. Anne fok “Emine” vakit kaybetmeden karnını yavruya döndü. Güçlü ön yüzgeçleriyle Ege Vira’ yı memelerine yönlendirdi. Ege Vira biraz dudak ve biraz da koku yordamıyla kısa sürede nerdeyse ceviz büyüklüğünde memelerden birini kaptı ve iştahla süt emdi. Bazen memeye iki üç milim uzunluğundaki dişlerini de geçirdiğinde annesi homurdanarak onu terbiye ediyordu.

Dünya üzerinde yaklaşık 500 Akdeniz Foku kalmıştır. Ve Ege Vira bunlardan bir tanesidir.

Annenin sütü yaklaşık iki hafta içinde yavruya 5-10 kg kadar ağırlık kazandırdı.

İki hafta geçtikten sonra henüz arka yüzgecini dengeli biçimde kullanamayan yavru hiç yüzme bilmeyen insanlar gibi ön yüzgeçlerini suya vura vura komik ve bir o kadar da telaşlı bir biçimde su üstünde kalıyordu. İlerleyen günler ardından Ege Vira artık içinde bulunduğu yuva ve ana salonda yüzüyor, mağara içerisine giren çer çöple oyunlar yapıyordu.

Mağara içerisinde her türlü atık birikmişti. Balıkçıların attığı kasalar, sahilden kopup gelen ağaç parçaları, plastik meşrubat, su şişeleri ( ki bu Ege Vira’ nın en çok sevdiği oyuncaklardandı) ve öğreneceği üzere en tehlikelisi olan …


Fok olduğunu kabul etmemek için dalmaya gösterdiği direnci gören annesi suda ona çaktırmadan yanaşıyor ve kocaman ağzı veya yüzgeciyle onu tutup suyun altına bastırıyordu. Ege Vira bu hiç sevmediği egzersizler ardından su altında kalabileceğini, ve hatta yüzebileceğini kısa sürede fark etti. Suyun altında kalmak ona ayrı bir özgürlük ortamı sunmuştu ama o bundan aldığı zevk ve neşeyle kahkahayı basınca yine su yutuyor bu sefer telaşla kendini yüzeye atıyordu.

Anne fok sabahın erken saatlerinde yavrunun yanından ayrılıyordu. Bazen hava şartlarına göre programını değiştirip tüm gün onunla kalıyor bazen de gece aralıklarla mağarayı terk ediyordu. Avlanması gerekiyordu. Ne buluyorsa avlıyordu anne. Balık, ahtapot, kalamar, istakoz…Balıkçıların ağlarından balık çalıyordu kimi zaman. Kilometrelerce ağ atıyordu insanlar denize. Ucunda iğneler olan uzun oltalar, ve daha bir çok değişik takımlarla denizdeki balıkların çoğunu avlıyordu insanlar. Balık bulmak için çok ama çok uğraşıyordu anne.

Ege Vira her geçen gün daha da büyüyordu. Mağaraya geldiğinde yavruyu besliyor ve her türlü riske karşı adeta bir gözü açık uyuyordu. Mağaraya girebilecek davetsiz misafirler, bir erkek fok bir kavga, bir dalgıç ise gerçek bir müdafaa savaşı anlamına gelebilirdi. Özellikle seçmişti bu mağarayı. Herkes ve her şeyden uzak. Eski tecrübeleri gözüne uyku girmesine engel oluyordu. Anne fok bundan iki sene önce de hamileydi. Ancak 4 yaşından sonra hamile kalmıştı ilk yavrusuna. Bu kadar tecrübeli davranmamıştı. İlk yavrusuna hamileyken ve doğum çok yakınken bulunduğu mağaraya giren bir grup dalgıçtan ürküp kaçmak isterken strese girmiş ve yavrusunu düşürmüştü. Şimdi iki yıl ardından ve 11 ay süren hamilelik döneminden sonra sağlıkla doğmuş olan bu yavruyu kaybetmemek için her türlü fedakarlığa hazırdı. İç güdüleri onu hep diken üstünde tutuyordu. 4 tonluk çene kuvvetini tehditlere karşı çekinmeden kullanacak 350 kg ağırlığında vahşi bir makine gibiydi. Taa ki yavrusundan ayrılıncaya değin bildiğimiz sevimli fok “değildi” o.

Oysa ki yavru fok dünyadan habersiz, mağaranın ana salonunda taklalar atarak vaktini geçirirken bir gün… Tam da neşeli bir oyun esnasında, mağara içerisine üzerinde değişik geometrik desenler bulunan garip bir yaratık girdi. Yavru annesine seslendi. Ve sonra “ne yaptım ben” diyerek kafasını suya gömdü hemen. Annesi o yokken kesinlikle ses çıkartmaması için onu tembihlemişti. Mağaranın içine dolan dalgalarla salona giren garip yaratığın her tarafı oynuyordu. Ege Vira, daha saniyeler geçmemişti ki, merakına teslim olup kafasıyla ona dokundu. Hiçbir şey olmadı. Ön yüzgeciyle üzerine bir şaplak yapıştırınca yaratık suyun altına doğru batmaya başladı. Ege Vira bunun daha önce de mağara içinde rastladığı deniz analarından biri olduğunu düşündü. Yeni bir oyuncak geldi diyerek neşeyle dalışa geçti. Hiç bir şeyden şüphelenmeyecek kadar saftı. Vira “seni yakalayacağım ey canavar” diye yaratığa doğru pikesini yaptı. Hızını alamayan yavru, tüm gücüyle canavara kafasını uzattı. Ve o anda… Yaratık fokun ağzını ve kafasını kavrayarak tüm yüzüne yapıştı. “Bu nasıl bir oyun şimdi” dedi içinden. Telaşla yüzeye çıktı nefes almak için. Burun deliklerini kocaman açarak nefes almak istedi ama alamıyordu. Yeniden hızla suya daldı ağzını açıp kapıyor, bağırıyordu. Tekrar yüzeye bu sefer çakıl sahile attı kendini. Yaratık kafasından aşağı daha da çok sardı onu, taaa boynuna kadar…İşte yavruların bir kısmının daha ilk aylarındayken oyun merakları yüzünden ölmelerinin ve Akdeniz Fokları’nın yok oluşunu hazırlayan tehditlerin biriyle sınav vakti gelmişti.



Ege Vira ön yüzgeçleriyle yaratıktan kurtulmaya çalışıyor fakat kısacık ön yüzgeçleri buna yetmiyordu…






Not1: Akdeniz Fokları yüzgeç ayaklılar ailesinden “gerçek foklar” cinsine aittir, sirklerde gördüğünüz foklar, fok değil “deniz aslanı”dır ve ön yüzgeçleri oldukça uzun olup bu uzuvları üzerinde yürüyebilirler, Akdeniz fokları eğitilmeye uygun olmayıp, insan kontrolünde tutulurlarsa üremedikleri ve beş altı ay içinde öldükleri tespit edilmiştir.

Not2: Hikayede bahsi geçen olumsuz sebepten dolayı Akdeniz Foku mağaralarına girmek
(dalgıçlar) Su Ürünleri kanunca yasaklanmıştır. Bu yasak önerisi, Sualtı Araştırmaları Derneği / Akdeniz Foku Araştırma Grubu tarafından getirilmiştir.

Devam edecek

Sudaki Çocuğumuz Akdeniz Foku (Çocuklarımıza ithaf olunur)

Dışarıda neler oluyordu acaba, sanki her yer her şey yerinden oynuyor gibiydi. Rüzgar deli gibi esiyor, beyaz dalgaların üzerinden kopardığı parçacıkları kahverengi kayalara savuruyordu. Balıklar ince çatlakların arasında saklanmış, yaslanmış, oldukları yerde tutunmaya, durmaya çalışıyorlardı, derinlerde. Posidonyalar (Su yosunları) bir o yana bir bu yana savruluyor, kumlara sıkıca yapışmış, el ele tutunmuşlardı. Dev kalamarlar fırtınanın patırtı gürültüsünden kaçıp, rahat rahat uyumak için denizin en diplerine kadar inmişlerdi.

Bu fırtınan ortasında, çok ama çok uzaklarda, sadece balıkçıların bildiği kadar uzaklarda, bir mağara vardı. Kocaman, su üstü girişli bir mağara.( Mağaralar sualtı ve su üstü girişli olarak ikiye ayrılır. Üreme mağaraları genellikle su üstü girişli olur.) Mağaranın uzun tüneli kocaman bir salona açılıyordu. Sular içeri girerken yükseliyor ve karanlık salonun içine korkunç seslerle boşalıyordu. Bu fok yuvası belki bin belki yüz bin yaşındaydı… İçerisi çok ama çok karanlıktı. Ufak karidesler, yavru balıklar fırtınayı görünce buraya saklanırdı. Hiç yeşil yosun yoktu. Mağaranın dibindeki taşlar pırıl pırıl ve bembeyazdı.

Salon çok geniş ve büyüktü ve bir anne kucağı kadar sıcaktı. İçeride su zerrecikleri havada uçuşuyor, sanki mağaranın duvarları bir gidiyor bir geliyordu. Salon kocaman bedeninden uzanan bir kolla daha da derinlerde ufak bir odaya bağlanıyordu… Ufak çakıl sahilli bir yuva..

Bu gizli köşede 22 kg., siyah tüylü, zayıf, kocaman gözlü, korkak bir Akdeniz Foku en dipte duvara yaslanmış içeri gelen dalgaların üzerinde yansıyan ışığa bakıyor, bakıyor…

Annesini bekliyordu. Tüyleri 2.5 cm uzunluğunda idi. Boyu burun ucundan yüzgeç ucuna 80.cm. Nerede, neden, nasıl ve kim olduğunu bilmiyordu. Doğalı 5 gün olmuştu. Su arka yüzgeçlerine dokundukça o duvara daha da sokuluyordu. Ne fok olduğunu biliyor ne de yüzmeyi biliyordu. Bildiği tek şey gri postlu, kocaman (350 kg ağırlığında), kahkahası mağarayı yıkacak kadar kuvvetli, neşeli annesi ve onun meme uçlarındaki sıcak ve yoğun süttü.


Yavru fok bir kaç gün sonra suyun aslında onun arkadaşı olduğunu öğrenecekti. İlk önce korksa da annesi onu suya itecek ve ona ilk yüzme derslerini verecekti. Önce bulunduğu odada yüzmeyi öğrenecek ve daha sonra ana salonda ilk artistik ve teknik hareketlerine başlayacaktı. Ve ilk sınav gelecekti. Yaklaşık 20 metre uzunluğundaki “güne bakan” tünelde birkaç gün yüzecek ve sonra annesiyle birlikte çıkışa varacaktı. Denize kavuşacaktı.

Mağara etrafında aylar boyu gezinecek, balık avlayacaktı.

Dişi bir yavru ise yaklaşık 1 yıl ama erkek ise 6,7 ay annesinin yanında kalacaktı.

Tüm bunları yapmak için ve dedik ya, bir Akdeniz foku olduğunu öğrenmesi için, daha çok ama çok vakit vardı.

Akdeniz’in yüzü ak olsa da elleri bir mengene gibi kuvvetli ve yüreği de acımasız sayılacak kadar katıdır aslında… Akdeniz “Mediterranean” yani “Yerkürenin Merkezi” olan bu denizlerin kıyılarını nakış gibi işlemiş olan tanrı, Poseidon’a zayıflara acımamasını emreder. Ve Poseidon her kış mevsiminde güçlü nefesini denizlerin üstüne boşaltır. Fırtınanın bunca soğuk ve sert olması Ekim belki Kasım ayı olmasındandır. Foklar Akdeniz’e kış mevsiminde doğarlar. Doğum çok zorlu şartlara kafa tutar. Yavrular bu zor şartlarda yaşar ya da… Rüzgarlar, ve kocaman denizlere rağmen hayatta kalabilen bir Akdeniz Foku yaklaşık 40 – 45 yıl kadar yaşar.

Not: İşte bu yoğun kış döneminde durmadan “çok işim var, geç kalacağım, beni bekleme” diye eve uğramayan Poseidon’dan ( çapkın P ) karısı Hera, nem kapar.

Mimas’ı, Poseidon’un neler yaptığını izlemek üzere görevlendirir.

Ve Mimas, nereye mi konuşlanır?

Karaburun Yarımadası’na.

Yarımadanın mitolojik adı “Mimas” olarak geçer.

Devam edecek.