21 Mart 2008 Cuma

Sudaki Çocuğumuz Akdeniz Foku (Çocuklarımıza ithaf olunur)

Dışarıda neler oluyordu acaba, sanki her yer her şey yerinden oynuyor gibiydi. Rüzgar deli gibi esiyor, beyaz dalgaların üzerinden kopardığı parçacıkları kahverengi kayalara savuruyordu. Balıklar ince çatlakların arasında saklanmış, yaslanmış, oldukları yerde tutunmaya, durmaya çalışıyorlardı, derinlerde. Posidonyalar (Su yosunları) bir o yana bir bu yana savruluyor, kumlara sıkıca yapışmış, el ele tutunmuşlardı. Dev kalamarlar fırtınanın patırtı gürültüsünden kaçıp, rahat rahat uyumak için denizin en diplerine kadar inmişlerdi.

Bu fırtınan ortasında, çok ama çok uzaklarda, sadece balıkçıların bildiği kadar uzaklarda, bir mağara vardı. Kocaman, su üstü girişli bir mağara.( Mağaralar sualtı ve su üstü girişli olarak ikiye ayrılır. Üreme mağaraları genellikle su üstü girişli olur.) Mağaranın uzun tüneli kocaman bir salona açılıyordu. Sular içeri girerken yükseliyor ve karanlık salonun içine korkunç seslerle boşalıyordu. Bu fok yuvası belki bin belki yüz bin yaşındaydı… İçerisi çok ama çok karanlıktı. Ufak karidesler, yavru balıklar fırtınayı görünce buraya saklanırdı. Hiç yeşil yosun yoktu. Mağaranın dibindeki taşlar pırıl pırıl ve bembeyazdı.

Salon çok geniş ve büyüktü ve bir anne kucağı kadar sıcaktı. İçeride su zerrecikleri havada uçuşuyor, sanki mağaranın duvarları bir gidiyor bir geliyordu. Salon kocaman bedeninden uzanan bir kolla daha da derinlerde ufak bir odaya bağlanıyordu… Ufak çakıl sahilli bir yuva..

Bu gizli köşede 22 kg., siyah tüylü, zayıf, kocaman gözlü, korkak bir Akdeniz Foku en dipte duvara yaslanmış içeri gelen dalgaların üzerinde yansıyan ışığa bakıyor, bakıyor…

Annesini bekliyordu. Tüyleri 2.5 cm uzunluğunda idi. Boyu burun ucundan yüzgeç ucuna 80.cm. Nerede, neden, nasıl ve kim olduğunu bilmiyordu. Doğalı 5 gün olmuştu. Su arka yüzgeçlerine dokundukça o duvara daha da sokuluyordu. Ne fok olduğunu biliyor ne de yüzmeyi biliyordu. Bildiği tek şey gri postlu, kocaman (350 kg ağırlığında), kahkahası mağarayı yıkacak kadar kuvvetli, neşeli annesi ve onun meme uçlarındaki sıcak ve yoğun süttü.


Yavru fok bir kaç gün sonra suyun aslında onun arkadaşı olduğunu öğrenecekti. İlk önce korksa da annesi onu suya itecek ve ona ilk yüzme derslerini verecekti. Önce bulunduğu odada yüzmeyi öğrenecek ve daha sonra ana salonda ilk artistik ve teknik hareketlerine başlayacaktı. Ve ilk sınav gelecekti. Yaklaşık 20 metre uzunluğundaki “güne bakan” tünelde birkaç gün yüzecek ve sonra annesiyle birlikte çıkışa varacaktı. Denize kavuşacaktı.

Mağara etrafında aylar boyu gezinecek, balık avlayacaktı.

Dişi bir yavru ise yaklaşık 1 yıl ama erkek ise 6,7 ay annesinin yanında kalacaktı.

Tüm bunları yapmak için ve dedik ya, bir Akdeniz foku olduğunu öğrenmesi için, daha çok ama çok vakit vardı.

Akdeniz’in yüzü ak olsa da elleri bir mengene gibi kuvvetli ve yüreği de acımasız sayılacak kadar katıdır aslında… Akdeniz “Mediterranean” yani “Yerkürenin Merkezi” olan bu denizlerin kıyılarını nakış gibi işlemiş olan tanrı, Poseidon’a zayıflara acımamasını emreder. Ve Poseidon her kış mevsiminde güçlü nefesini denizlerin üstüne boşaltır. Fırtınanın bunca soğuk ve sert olması Ekim belki Kasım ayı olmasındandır. Foklar Akdeniz’e kış mevsiminde doğarlar. Doğum çok zorlu şartlara kafa tutar. Yavrular bu zor şartlarda yaşar ya da… Rüzgarlar, ve kocaman denizlere rağmen hayatta kalabilen bir Akdeniz Foku yaklaşık 40 – 45 yıl kadar yaşar.

Not: İşte bu yoğun kış döneminde durmadan “çok işim var, geç kalacağım, beni bekleme” diye eve uğramayan Poseidon’dan ( çapkın P ) karısı Hera, nem kapar.

Mimas’ı, Poseidon’un neler yaptığını izlemek üzere görevlendirir.

Ve Mimas, nereye mi konuşlanır?

Karaburun Yarımadası’na.

Yarımadanın mitolojik adı “Mimas” olarak geçer.

Devam edecek.

Hiç yorum yok: